Venedik 2011 Biyenali «Şairler, sanatçılar, kahramanlar, azizler, düşünürler, bilimadamları ve seyyahlardan oluşan bir millet” Bu ünlü yazı yaklaşık 100 yıl kadar önce Roma kentinin EUR semtindeki anıtsal yapılardan biri olan “Palazzo della Civiltà italiana” (“İtalyan Uygarlık Sarayı”) adlı binanın duvarına kazınmış. Bu semt Mussolini devrinin en önemli proje mimarları tarafından evrensel sergiye ev sahipliği yapmak için mimar Marcello Piacentini önderliğinde kurulmuş, ancak ikinci dünya savaşının çıkması ile sergi bir türlü yapılamamış. Bu yazı orada kaldığı gibi, yazıyla birlikte bir milletin tarihinin o milleti bir çok alanda ve özellikle de sanat alanında öne çıkardığı inancı da orada asılı kalmış oldu. Nitekim İtalyan sanatçıları bütün dünyada tarihin her döneminde ülkelerini dünyanın en büyük ulus-müzesi haline getiren mükemmel sanat dehalarıyla tanındılar. İtalyan şehirleri ziyaretçilerine asırlar boyunca olgunlaşmış bir yeteneğin ifadesi olan yüksek kalite ve deha ürünü süslemeler, çeşmeler, heykeller ve resimlerle bezenmiş kiliseler, müzeler, meydanlar ile, işlevsellik ve mimari açısından büyük değer taşıyan bahçeler sunarlar. Tam da böyle bir “şansa” en azından bugüne kadar sahip olmuş bir ülkede yaşıyor olmamı dikkate alarak, 54. Venedik Biyenali küratörlerinin, resmi katılımı sayısı bine ulaşan ve eserleri zaten aynı Biyenalin bölgesel merkezlerinde sergilenen sanatçıyı kapsayacak şekilde büyütme fikrini paylaşmadığımı belirtmek istiyorum. Bu projenin yaratıcısı olan Vittorio Sgarbi hiç kuşkusuz olabildiğince en iyi işi çıkarmaya çalıştı ve katılımcıları seçerken sanatçıların yanı sıra toplumun her kesiminden özel şahsiyetleri de listesine aldı. Bu seçme ve himayecilik operasyonu sonucunda katılımcı sayısı bini buldu. Bu sanatçılardan Davide Frisoni, Giovanni Arcangeli, Ugo Cossu, Igor Verrilli, Roberta Coni gibi bir çokları ile küratörlüğünü yaptığım sergilerde beraber olma mutluluğunu yaşadım. Maurizio Cariati ve Ettore Frani gibi diğer bazı sanatçılarla ise, kişisel ve kolektif sergiler aracılığıyla ilk adımlarımızı birlikte attık diyebilirim. İstanbul’daki “Artist” sanatçılar fuarından farklı okazyonlarda ev sahipliği yaptığım Ettore Frani, 2005 yılında eserlerini bir katalogda da yayınladı. Kişisel tanışıklıklarımı da dikkate alarak, esas itibarıyla çok iyi seçimler yapılmış olduğunu söyleyebilirim; ancak daha önce de belirttiğim gibi, katılımcı sayısıyla ilgili bu seferki organizasyon düşüncesini tam anlamıyla paylaşmıyorum, zira benim Biyenalden şahsi beklentim her zaman daha derinlemesine ve özenli bir seçme işlemi yapılmasından yanadır. Çünkü ancak bu şekilde sanat denen bu coşkulu ırmağın toplumun oluşturduğu denize dökülen sayısız kollarından sanatın özü çekilip alınabilecek ve içinde yaşadığımız anın tarihsel ve sosyal boyutunu gözler önüne serecek temel sanat dallarını belirlemek mümkün olacaktır. Şimdi birileri çıkıp, zaten televizyonun, dergilerin ve internetteki gossip sitelerinin yarattığı kültür erozyonu varken, bu 1000 kadar sanatçı, çok da önemli referanslar arayışına gitmeden sanatsal bir gerçeği sunabilsin ve temsil edebilsinler diye seçildi diyecektir. Ama ısrarcıyım, katılmıyorum. Biyenal gibi büyük bir kurumun sorumluluğu, biraz da gemiye nerede ve kimlerle binmesi gerektiğine karar vermekte yatmaktadır… Zaman “her kim olursa olsun”un peşine takılmamıza izin vermeyecektir. Zaten geçmişte Giotto, Michelangelo, Leonardo, Caravaggio ile aynı sularda seyir yaparak Fattori, Boccioni, Fontana, Burri gibi isimlere ulaşmadık mı?.. , O yüzden “dümende” kimin olacağına iyi karar vermeliyiz. Tercihlerin kalitesini her zaman toplumun yada pazarın garanti edemeyeceğini biliyoruz. İstanbul’da da aynı istikamette yol alındığını ve bir çok sergiye Biyenalin resmi etkinlik değerinin atfedileceğini öğrendim. Düşüncemi tekrar belirtmek istiyorum: Yaşadığımız kültürel süreci eserlerin ve bunları yaratacak sanatçıların sayısı-miktarı temsil edemez. Bu tip miktara ve sayıya dayalı etkinlikler için fuarlar, kişisel-kolektif sergiler ve özellikle de internet gibi farklı araçlar mevcuttur. İşte bu yüzden Roma’daki “İtalyan Uygarlığı Sarayı” adlı binanın duvarına kazılı yazıya dönerek bir kez daha belirtmek istiyorum: İtalyanlar, evet, sanatçı bir millettir ama, bu onların gerekirse bir kaç hata yapma pahasına en iyiyi ödüllendirmeye ve yüceltmeye devam etmesi gereken bir toplum oldukları gerçeğini değiştirmez. Ve bu hata kafa karışıklığı ile kaos’tan her zaman daha az tehlikelidir.